18 Eylül 2013 Çarşamba

Koko Star kurabiye

Evde komşum Sema'nın dört - beş tabağı birikince, ee dedim Tuğba sen de güzel bir şeyler yap da Sema'nın tabaklarını boş götürmüş olma... Hem de en son fırınları bozuktu; özlemiştirler belki güzel bir kurabiye yap komşuna :) Bir de canım uzun süredir daha önce yapmadığım bir şey yapmak istiyordu. İnternette araştırmalarım sonucu, güzel olabileceğini düşündüğüm bir tarif buldum. Koko Star :) Hindistan cevizine bayılırım zaten :)
Ama 100. yılda yapılan yol çalışması nedeniyle, iş makinaları sürekli su borularına zarar verdiği için evde genelde hep sular kesikti. Bu kurabiye yapımı da bu nedenle yılan hikayesine döndü. Her gün oda sıcaklığına gelmesi için çıkarılan tereyağ ve yumurtalar, sulardan ümit kesilince buzdolabına geri kondu. Ama kafaya koydum ya dün sular varken hemen yaptım :) İlk pişirir pişirmez tadına baktığımda hindistan cevizi dişlerime yapıştı ve kurabiyenin yeterince severek yenmeyeceğini düşünüp üzüldüm ama 3-4 saat bir buzdolabı dinlendirmesinin ardından mükemmel sonucu yakaladım :) Sabah iş yerine getirdiğim kurabiyelerimi arkadaşlarım çok sevdi. Hatta bir tanesi hayatında yediği en güzel kurabiye olduğunu söyledi; hazır gibi olduğunu da söylediler. Bu durumda sizlerle de gönül rahatlığıyla paylaşabilirim :)

Koko Star Kurabiye (Yaklaşık 35 adet oluyor)
 
Hamuru İçin:
250 gram tere yağı
2 yumurta (birinin akı hindistan cevizi içe eklenecek)
1 kahve fincanı kakao (türk kahvesi fincanı)
2 kahve fincanı pudra şekeri
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
Aldığı kadar un
NOT: Aslında tarifte margarin diyordu ama ben margarin kullanmıyorum. Hep pınar tere yağı kullanıyorum. Bir de kahve fincanı türk kahvesi fincanı olacak :) Yumurtalar ve yağ oda sıcaklığında olmalı.
 
İçi için:
2 su bardağı hindistan cevizi
2 çay bardağı pudra şekeri
1 yumurta akı (Hamur malzemesinden ayırdığımız)
 
Üzeri İçin:
Benmari usulü eritmeye uygun beyaz çikolata
NOT: Çikolatayı beğendikten aldım. Para şeklinde beyaz çikolata. Bana da  hobipediaofema söylemişti. Gerçekten güzel. Ben memnun kaldım
 
Yapılışı:
  1. Un dışında tüm hamur malzemelerimizi karıştıralım
  2. Unu yavaş yavaş ekleyerek; kulak memesi kıvamında bir hamur elde ediyoruz.
  3. Ayrı bir kapta iç malzemelerini güzelce karıştırıyoruz.
  4. Hamurdan ceviz kadar parçalar alıp, ince açıyoruz ve içine iç harcımızı koyup yuvarlıyoruz.
  5. Kapalı yeri altta kalacak şekilde yağlı kağıt serdiğimiz tepsimize diziyoruz.
  6. Fırınımızı önceden 180 dereceye ayarlayıp ısıtıyoruz.
  7. Kurabiyelerimizi 15-20 dakika pişiriyoruz.
  8. Kurabiyelerimiz soğuyunca, benmari usulü erittiğimiz beyaz çikolatayı her birinin üzerine bir miktar döküyoruz.
  9. Buz dolabında 3-4 saat bekletip; afiyetle yiyoruz.

Şip şak akşam yemeği :)

Her gün benim gibi ne pişireceğim derdine düşen bayanlar benden size pratik bir fikir olsun :) 
Sos tarifi:1 Kırmızı soğan, 1 paket mantar, 1 kutu krema, karabiber,tuz.
Sıcak sıcak bifteğimizin üstüne döküyoruz. Kocalar bayılıyor :) Afiyet olsun...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Özel Günlerin Adresi Fige Restoran

Dün evlilik yıl dönümümüz dolayısıyla gittiğimiz Fige Restoranı özel günlerinizi kutlamak için herkese tavsiye ederim. Çok şık ve nezih bir mekan. Ayrıca romantik bir dekorasyona sahip :) Sakin, sessiz ve dinlendirici bir yer. Ya da biz sakin bir güne denk geldik.
Restorana gitmeden önce yer ayırtırken, eşim evlenme yıl dönümümüz olduğunu da söylemişti. Bizi sürpriz olarak özel bir masa bekliyordu :) Sanırım bu bir kutlama, yada özel bir nedenle giden ve bunu belirten herkes için standart bir uygulama...
Yemekleri de özenle hazırlanmıştı; sunumları çok güzeldi. Fiyatları da böyle şık bir yere göre uygun sayılabilir bence.
Zaten bir çok sitede yüksek puan almış Fige Restoran'ı ben de rahatlıkla tavsiye ederim. Sanırım canlı müzik olduğu günler de varmış :) Jazz müzik yapıyorlarmış.

Geçen sene ben bugün

Çiçeği burnunda bir gelin' ciktim :)



10 Eylül 2013 Salı

Jobs (2013)

Yeni bir filmle karşınızdayım :) Hafta sonu Güneş ve kardeşimle beraber gittiğimiz Jobs filmi ile...Steve Jobs'un hayatını anlatan bu filmin beni şaşkınlıktan şaşkınlığa ittiğini söyleyebilirim. Adeta Steve Jobs'ı yerden yere vurmuşlar. Yazık ama... Üzüldüm; çünkü Steve Jobs'a olan saygımı bu film adeta yarıya indirdi. Gerçekten Steve Jobs bu filmde ki gibi bir adam mı? Eğer değilse sevgili yakın arkadaşları ve ailesi neredesiniz? Böyle bir filmin gösterimde hala kalmasına nasıl izin veriyorsunuz? Gerçi galiba Steve Wozniak adlı yakın arkadaşı bir tv programında itiraz etmeye çalışmış ama...
Steve Jobs'un gençlik yıllarını anlatan bu filmde Steve Jobs hiç ayakkabı giymiyor ve insanları rahatsız edecek kadar kötü kokuyor; takım çalışması yapamıyor ve beraber çalıştığı arkadaşına ve tüm çalışan diğer arkadaşlarına hakaretler savuruyor; kız arkadaşını aldatıyor; kız arkadaşına ve yakın arkadaşına beraber olduğu kızdan aldığı hapları götürüyor; kız arkadaşını hamile bırakıp ortada bırakıyor; en yakın arkadaşıyla beş bin dolarlık iş yapıp ona yedi yüz dolarlık olduğunu söylüyor ve arkadaşına sadece 350 dolar veriyor; apple da onun eseri olarak bahsedilen projelerin çoğu başarısızlıkla sonuçlanıyor; yükselirken, beraber şirket kurarak büyüdükleri tüm arkadaşlarını satıyor; ve çok enteresandır ki iphone, ipad gibi şeylerden filmde hiç bahsedilmiyor.
Diyelim ki Steve Jobs gerçekten böyle biri...O halde niye böyle bir film yapıyorsunuz? Ben hem şaşırdım hem de üzüldüm. Sonuç olarak dünyada saygı duyulan bir insan... Zaten ölmüş gitmiş. İnsanlığa faydalı bir çok şey yapmış... Ne gerek vardı ki şimdi böyle bir filme....

6 Eylül 2013 Cuma

Pinterestten seçtiklerim

Pinterestteki bazı şeyler çok hoşuma gidiyor. Sizinle paylaşmadan edemiyorum...
 
Pratik ve çok kolay. Çocuklar da kesin çok sever...
Bu kurabiye süslemesi de hoşuma gitti...
 Gene hem kolay, hem şık, hemde süper lezzetli çilekler...Güzel bir yeni yıl ikramı olur.
 Soğanları çıkarırsak, iyi bir kahvaltı önerisi...
Bende aşağıdaki patateslerden yapıyorum. Balığın yanına çok iyi gidiyor. Resmini görünce eklemek istedim. Ben de Bizimkilerle İftar yazımda anlatmıştım.
 Bu kurabiye şekillerini sevdim. Deneyeceğim...
 Hot dog' un yandan yemişi :) Gene tam çocuklar için...

Küçük Bir Karadeniz Kaçamağı - 3

Tatilimizin bu son gününü de Sinop'da gezemediğimiz yerlere giderek değerlendirmeye çalıştık. Otelimizden ayrılınca ilk hedefimiz Tarihi Sinop Ceza Evi idi. Hayatımda ilk kez bir cezaevinin içerisin girdim. İnşallah bu ömrüm boyunca gezme amacı dışına da çıkmaz. Gezmek için gitmek bile insanın ruhunu bunaltıp, daraltıyor. Her bölümünde burada ne acılar çekildi, burada neler yaşandı diye düşünüyor insan. Duvarlarında eskiye ait izler görmeye çalışıyor. Ama maalesef Sinop Ceza Evi'ne her gelen duvarına bir şeyler yazmış ve bilinçsizce eski izleri yok etmiş.
Tarihî Sinop Kapalı Cezaevi, 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilmiş ve tarihi eskilere dayanan bu yapı, şiirlere, şarkılara konu olmuş.
Vikipedi'den edindiğim bilgilere göre: Üç yanı deniz olan ve tarihi kale duvarlarının içerisinde yer alan cezaevine ev sahipliği yapan kale yaklaşık 4000 yıl önce bölgenin hakimi Gaskalılar tarafından yapılmış. Grek, Pontus, Roma, Bizans,Selçuklu ve Osmanlılar kendi dönemlerinde kaleyi korumuş ve güçlendirmişler. Kalenin cezaevi olarak kullanımına ait en eski belgeler ise 1568 yılına dayanıyormuş. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu zindandan şöyle bahsetmiş;
"Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."
Hatta bu yazı bir zindanın girişinde de yazıyor. Zindanın içerisinde Einstein'ın da sözleri yazılı. İç kalenin resmi olarak zindana dönüşmesi ise 1887 yılında olmuş. O dönem Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa yeni binalarla birlikte bir de hamam eklemiş. 1939 yılında da çocuk hapishanesi olarak kullanılmak üzere bir bina daha yapılmış.
Biliyoruz ki Sabahattin Ali burada yatarken "Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma" şiirini yazmıştır. Allah kimsecikleri düşürmesin diyor ve sırada ki durağımızı zevkle anlatmaya devam ediyorum.
 
 




Biliyoruz ki Diyojen medeniyeti reddetmiş ve medeniyet içerisinde medeniyetten uzak bir şekilde yaşamaya çalışmış bir antik çağ filozofudur. Kendisi  mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını, ve bu erdemin de dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabileceğini (mülkiyet, aile, din v.b. değer ve yargıları reddederek) savunmuştur. Rivayete göre kendisi hayatını bir fıçının içerisinde sürdürmüştür.
Büyük İskender, Diyojen’i ziyaret etmiş ve bir dileği olup olmadığını sormuştur. O ise bu soruya “Gölge etme başka ihsan istemem.” yanıtını vermiştir. Daha sonra ünlü imparator Büyük İskender olmasaydım 'Diyojen' olmak isterdim demiştir. Diyojen Sinop' lu olduğu için de kendisinin bu paragrafta anlattığım tüm özelliklerini ortaya koyan bir heykeli var Sinop'ta.
Daha sonra karnımızın acıktığını fark ettik. Orada gördüğüm bir fırından sinop simidi ve lokul aldım. Simit bildiğimiz simitlere göre baya ince ve sütlü gibiydi. Ispanaklısını seçtiğim lokul ise dışarıdan alıp da annemin el açması ıspanaklı böreğiyle kıyaslayabildiğim tek börekti. Gerçekten çok güzeldi. Keşke biraz daha alıp Ankara'ya getirseydim de buzluğa koysaydık diye düşündüm. Mutlaka denemenizi tavsiye ederim.

Sinop' a geldiğimizden beri bize ilk defa yüzünü cömertçe gösteren sevgili güneşi de fırsat bilerek Karakum'a gittik. Orada girişi 1 tl. olan bir halk plajında denize girdik. Aynı zamanda duş ve giyinme kabinleri de olması bizi tuzlu tuzlu dolaşmayacağımız için sevindirdi. Deniz çok soğuk değildi ve dalgasızdı. Ancak taşlı ve çok yosunluydu. Ben öyle denize girmekten çok huylandığım için kıyıda azıcık çimdim :) Güneş biraz yüzdü. Ama oda taş ve yosundan dolayı pek mutlu olmadı...Kumsalda biraz oturup, duşumuzu alıp Sinop'u bir de tepeden tam görelim diye Karakum Şahin tepesine çıktık. Muhteşem manzarayı biraz izleyip, yolumuz uzun diyerek Sinop'dan ayrıldık. Aşağıdaki resimde Şahin Tepesin'den gördüğümüz manzara. Resmin çekildiği taraf Anadolu tarafı :) Gördüğümüz kısım da Sinop'un denize uzanan burun tarafı. Sinop merkez tam o ince boğazın olduğu yer. Bizim otelimiz de oradaydı.
Ankara'ya dönerken Ayancık ve İnebolu'ya uğramayı planlamıştık. Ancak Ayancık'a uğradığımıza biraz pişman olduk. Yolu doğa olarak harika ancak oldukça dar ve virajlıydı. Ayancık çok güzel bir ilçeydi ancak o kadar virajlı yol gelip de burada ne yapacağımızı bilemedik. Şöyle bir deniz kenarına baktık. Birde 15 dakika falan turladık. Burası da Ayancık'da hoşuma giden tek yer :)
Buraya niye geldik ya diye düşünerek ve saatin artık 17:30 falan olmasından dolayı İnebolu'ya uğramamaya karar verdik. Ama Ayancık yerine İnebolu'ya gitseydik keşke diye düşündüm. İnebolu'yu göremedik diye üzüldüm. Çünkü duyduğuma göre İnebolu Türk tarihi açısından oldukça önemli bir ilçe. Çanakkale Savaşında çok şehit vermişler ve buda ilçenin görünümünde yansımış. Üstelik Sinop'dan düzgün yoldan Kastamonu'ya gitmek varken, bu Ayancık yüzünden Boyabat' a kadar gene yarı asfalt, kırık dökük, uçurum, virajlı yollardan gittik. Ama doğa harikaydı. Gene böğürtlen yedik :) Neyse Ayancık'ı da görmüş olduk bi nedenle. İnebolu'da başka zamana artık :)
Ankara'ya döndüğümüzde saat neredeyse gece yarısı iki olmuştu. Ertesi gün yorgun argın işe gitme düşüncesinin verdiği sıkıntıyla uyuduk :)
Neyse ki bugün günlerden gene Cuma. Ama hastayım :) Bu kadar yorgunluk ve yağmur çamurun üstüne burnum akıyor ve öksürüyorum. Ankara' da da hava kaç gündür kapalı ve soğuk. Hem hastayım. Hem hava soğuk. Kış mı geliyor yine? Ne çabuk yahu. Ben daha yaza doyamadım :)

5 Eylül 2013 Perşembe

Küçük Bir Karadeniz Kaçamağı - 2

Yorucu bir Kastamonu turu ardından internetten tripadvisor sitesinden bulup tamamen oradaki yorumları baz alarak, gerek fiyatı gerekse yeri çok iyi olduğu için Sinop Mola Hotel'e doğru yola çıktık. Sinop'da da bizi gene yağmur karşıladı. Oteli navigasyon aletiyle kolayca bulduk. Yeri gerçekten çok güzeldi. Tam Sinop'un merkezinde, deniz kenarında idi. Küçücük bir otel olmasına rağmen otelin şaşırtıcı bir şekilde park yeri vardı. Çünkü Sinop'da yollar genel olarak çok dar. Park problemi yaşayabilirdik. Çift kişilik odası 140 tl olan bu şirin otelin odasının beklentimin çok üstünde olduğunu söylemek isterim. Oda bir çok otel odasına göre oldukça genişti. Aynı zamanda denize bakan ufak bir balkonu vardı. Odası da gayet temizdi. Sabah kahvaltısı da bu fiyata dahildi. Eğer Sinop'a giderseniz uygun fiyata, normal bir oda bana yeter, yeri de harikaymış daha ne isterim derseniz bu oteli kesinlikle tavsiye ederim.
Eşyalarımızı bırakınca, yağmura rağmen bir akdeniz sahilini aratmayan hareketliliğini merak edip, sahil kenarına indik. Yol boyunca yürüdük. Güzel aile çay bahçeleri, barlar, balık lokantaları, incik boncuk satan tezgahlar, gemi maketleri dükkanları gördük. Biraz önce de dediğim gibi yağmura rağmen oldukça kalabalıktı. Zaten Sinop'da önce öğretmen evinde, polis evinde, dsi misafirhanesinde, birçok turun tercih ettiğini farkettiğim Diyojen otelde yer bulamadım. Gerçi iyiki de bulamamışım çünkü otelimiz dediğim gibi gayet iyiydi.
Ufak Sinop gezimizden sonra odamıza gelip uyuduk. Yanlız gece boyu deli gibi yağmur yağdı ve hayatımda duymadığım kadar yüksek sesle gürleyen bir gök gördüm :) Sizlerle sabah kalkınca odamızın balkonundan çektiğim manzarayı paylaşayım.

Temel bir kahvaltıda olması gereken herşeyin yeterince bulunduğu açık büfe otel kahvaltımızın ardından Erfelek Tatlıca Takım Şelalelerine doğru yola çıktık. Yanlız bizimkisi yeterince araştırılmadan gidilen bir şelale gezisi olmuş :) Çünkü buraya giderken bir yağmurluk, çamura rahatça bulayabileceğiniz bir ayakkabı ve hatta yedek kıyafetlerle gitmek gerek. Ayakkabı olarak yağmur botu bile tercih edebilirsiniz. Erfelek Şelaleleri, Sinop'un Erfelek ilçesine bağlı Tatlıca köyü yakınlarındaki 27 tane sıra şelaleden oluşmuş bir yer. Yukarıya doğru tırmanarak şelaleleri görebilirsiniz. Yanlız biz hazırlıksız gittiğimiz için sadece ilk ikisini görebildik :) Her yer ya su, ya da kaygan vıcık vıcık yapışkan çamur. Kısmet başka zamanaymış diyerek birer gözleme ve ayran yiyip geri Sinop'a doğru yola çıktık.
Eğer burayı görmek isterseniz dikkate almanızı şiddetle tavsiye edeceğim bir uyarım daha olacak :) O da buraya nasıl ulaşacağınız... Biz navigasyon aletini kurup güzel güzel giderken, alet bizi ana yoldan sola döndürmek istedi. Baktık o yol çok rezalet. Patika, çamur girmedik. Düz devam ettik. Sonra biraz daha gidince bize gene "Bir sonraki sola dönün!" dedi arkadaş. Baktık bu yol dar ama asfaltlı falan...Navigasyon Zeynep'in aklına uyduk döndük :) Yaklaşık 20 km. kadar bu yol böyle devam etti. Çok güzel karadeniz köylerinden geçip böğürtlen, siyah incir yedik. Ama son 10 km de yol yoktu. Taş, çamur, kaygan zemin, bir taraf dağ bir taraf uçurum. Araba biraz kaydı. Ama bir yer vardı ki tüm bunlara ek olarak bir de yokuş aşağıyaydı. Çok stres olduk. Geri de dönemedik. Zar zor indik. Ama meğer bu şelalelere Erfelek üzerinden giden ana bir yol varmış. Navigasyon bizi en kısa yola sokmak istemiş. Ana yol dediğime de bakmayın. Dönerken o yoldan döndük de baya bir bozuktu gene de. Araba yazık mahvoldu. Yani burayı görmek istiyorsanız şu Erfelek üzerinden giden ana yoldan ayrılmayın. Ama o yolun bile baya bir bozuk olduğunu da unutmayın.
Sinop'a geri dönünce Akliman'a gittik. Akliman Sinop'un güzel bir koyu. Akliman'dan hayatımda ilk kez gördüğüm bir yer yüzü şekli olan Hamsilos Fiyorduna gittik. Fiyord denizin karanın içerisine bir akarsu gibi girmesiymiş. Gerçekten çok değişikti. Sinop'da en çok hoşuma giden yerlerden biri diyebilirim. Gördüğünüz resmin sağ tarafı alabildiğine deniz...
Sonra da tabiki Türkiye'nin en kuzey noktasını da görelim dedik ve İnceBurun'a gittik. Bu arada hala hafif yağmur çiseliyordu ve hava oldukça serindi. İnceBurun'da bir deniz feneri var. Burunu tahta çitlerle insanlar daha öteye geçmesin diye çevrelemişler. Ama biz geçtik. Kısa bir süre Türkiye'nin en kuzey kara noktasındaki insanlar olduk :)
Aşağıda kırmızı yuvarlak içine aldığım yer işte bu yukarıda görmüş olduğunuz fener...
Aşağıdaki resimde de gördüğünüz Türkiye'nin en ucundayız a dostlar yüz ifadesi :) O da neyse :))) İşte...
Oradan artık karnımız zil çala çala geri döndük ve otelimize buralarda yiyebileceğimiz güzel ne var diye sorduk. Malesef Sinop'da öyle çok ünlü yiyecek bir şey yok. Bir mantısı bir de Sinop pidesi var. Mantı Teyze'nin Yeri diye küçük bir lokantada çok ünlü. Aslında ben istedim ama Güneş pek yanaşmayınca iyi dedim Sinop pidesi olsun. Otelimizin önerisi üzerine hemen iki dükkan ötedeki Körfez diye bir pide salonunda sinop pidelerimizi yedik. Sinop pidesi yumurtalı falan, değişik bir pide...Ama güzel, fena sayılmaz...
Körfez pide salonu aynı zamanda ev yemekleride yapan gayet temiz ve nezih bir yer. Tavsiye edilir.
Sonra yağmurun izin verdiği kadar Sinop sokaklarını, caddelerini gezdik, gemi maketi yapan dükkanlara girip kendimize Sinop magnetimizi aldık.

Çay bahçesinde oturup çay içtik, tavla oynadık. Yenildim :) Yenilerek noktaladığım bu yorucu günün ardından yattık uyuduk :)

Küçük Bir Karadeniz Kaçamağı - 1

Biz bu hafta 30 Ağustosun Cumaya denk gelmesini de fırsat bilerek kısa bir karadeniz turu yaptık. Tur programını bir turdan kopya çekerek oluşturdum :) Elimizden geldiğince uyduk. Hatta fazlasını bile yaptık :) Turumuzun rotası Kastamonu, Sinop, Erfelek Şelaleleri, Ayancık ve İnebolu idi. Ama biz tur programının biraz dışına taşınca İnebolu'ya gidemedik. Vakit yetmedi :)
Bu yazımda sadece turumuzun Kastamonu kısmını anlatayım. Zira yazının uzunluğundan okumadan kaçarsınız diye korkuyorum :)
Cuma öğlen yola çıktık. Rotamız Kastamonu idi. Kastamonu neredeyse hep tarihi binalardan oluşmuş, yeşil, küçük şirin bir şehir. Kastamonu'da  ilk durağımız şehrin girişine yakın Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi oldu. Güzel ve bakımlı bir yeşil alan içerisinde yer alan çeşitli eski binaları irili ufaklı müzeler yapmışlar.
Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi içerisinde Cumhuriyet Evi ve Silah Müzesi, Dantel Müzesi, Şapka Müzesi, Atatürk Sergi Salonu, Bebek Evi gibi müzeler var. Ama kimisi kapalıydı. Birazını o nedenle gezemedik. Bir de aşağıdaki gibi değişik tahta heykeller vardı bahçede.

 Bunlarda oyuncak müzesinden bebekler...



Bahçede çok güzel, kabartmalı, büyük, Atatürk'ün Türk halkı ile ilgili söylediği sözleri anlatan panolar vardı. Panoları çok beğendim. Gerçekten çok güzellerdi. Bunlarda sizin için seçtiklerim:



Bir sonraki durağımız Liva Paşa Konağı Müzesi idi. Burası da klasik bir eski konak ve içerisinde eski eşyaların da sergilendiği bir müzeydi.
Daha sonra Vedat Milor'un Kastamonu'ya gelerek beş yıldız verdiği Hanedan diye bir yerde pastırmalı ekmek yedik. Ben şahsen pek beğenmedim.Kastamonu'nun etli ve pastırmalı ekmeği bir de simit tiridi diye bir yemeği meşhur. Hanedan'da çay içme faslına geçince oraya yakın bir dükkandan Kastamonu'nun çekme helvasından alarak çayımızı tatlandırdık :)
Yemeğimizin ardından Nasrullah Camii, Münire Medresesi El Sanatları Merkezi'ni gezip Kastamonu magnetimizi aldık ve küçük bir kahve molası verdik :) Bu arada hafif yağmur başladı. Ama biz yılmadık :) Gezmeye devam ettik.
 
 
Saat kulesine çıkıp şehre tepeden bakmaya karar verdik. Mesela burası tur programımızda yoktu. Ama biz buraya kadar geldik madem, çıkalım dedik. Buraya çıkarken geniş bir meydanda Kurtuluş savaşını anlatan çok güzel bir heykel gördük. Heykel 360 derece bir heykeldi :) Yani nasıl anlatsam her yönü başka bir mesaj veriyor ve çok etkileyiciyi. Bu şu ana kadar benim hayatımda gördüğüm en güzel heykeldi diyebilirim. Sırf bu heykeli görmek için Kastamonu'ya gitmeye değerdi. Biliyorsunuz Kastamonu kurtuluş savaşında en çok şehit veren illerden birisi. Bu olay şehrin tamamına gerek şehirleşme gerekse düşünce tarzı olarak hakim olmuş. Bu nedenle Kastamonu'yu takdir ettim ve tarihine bu kadar bağlı olduğu için çok duygulandım. Tamda gününde gitmişiz diye düşündüm bir de.





Eski binaların arasından yokuş yukarı tırmanarak Saat kulesine çıktık. Kastamonu'yu yukarıdan seyrettik. Şehrin bir kısmı hala şu meşhur Kastamonu evlerinden oluşuyor. Ama iri yağmur damlaları tepemize inmeye başlayınca, oradaki kafeye oturup yağmurun dinmesini bekledik. Ama ne yağmur. Dinmek de bilmiyor. Neyse dedik Allah'tan dışarıda yakalanmadık, yoksa beş dakikada sırılsıklamdık. Yağmurun dinmesini bekledik ve çay içerek keyfini çıkardık.
Yağmur dinince buraya kadar gelmişken bir tirit yemeden gitmeyelim dedik ve bir porsiyon tiriti Güneş'le paylaştık. Ama ne yazık ki Kastamonu yemek konusunda beni hayal kırıklığına uğrattı. Tiriti hiç beğenmedim. Susamsız simidi et suyuyla ıslatmışlar. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve kıyma. Böyle bir yemekmiş Kastamonu simit tiridi. Ama orada asıl bir tiritci varmış. Lokantanın ismi yokmuş. Yılanlı sokakta neredeyse bir asırdır tirit yapıyorlarmış. Ama ne yazık ki bu lokantada tirit mevsimsel yapılırmış! Biz mevsimine denk gelemedik . Belki de oranın tiridi gerçekten çok güzeldir. Biz Münire Sultan Sofrası diye bir yerde yedik.
Küçük Kastamonu gezimizin ardından Sinop'a, Mola Otel'e doğru yola çıktık. Sağnak yağmur eşliğinde Sinop'a doğru yol alırken keşke hava kararmasaydı da şu geçtiğimiz güzelim ormanları güzelce görebilseydik diye düşündük...